Kerem ATBAŞ Yazdı – HOÇVAN FESTİVALİ ÜZERİNE BİR KAÇ KELAM

1

BÖLGEMİZİN DEĞERLİ YAZARLARINDAN KEREM ATBAŞ’IN TARTIŞMALI GEÇEN ARDAHAN HOÇVAN YAYLA FESTİVALİ HAKKINDA ANALİZİ VE DÜŞÜNCESİNİ SİZLERLE PAYLAŞIYORUZ

HOÇVAN FESTİVALİ ÜZERİNE BİR KAÇ KELAM
Hoçvan, köylerinin tamamında kürt halkının yaşadığı 22 pare köyden oluşmakta olup, genel olarak hoçvan bölgesi olarak bilinir ve öyle tanınır.

Devlet eliyle öteden beri kürtlere uygulandığı asimilasyon politikası bölgemizde daha erkenden hayat buldu ve göç ettirme politikası sonucunda, Hoçvan köylerinin yüzde yetmiş- sekseni büyük şehirlere göç etmiş ve geri kalanların sayısal olarak ezici çoğunluğu yaşlılardan meydana geldiğini söylersek kanımca abartı olmaz.

Büyük şehirlere göç eden hoçvanlıların göç ettikleri ana topraklarına duydukları özlemlerini gidermek için özelikle yaz aylarında çalışan kesim için izine ayrılma dönemidir. Dolayısıyla hem tatillerini değerlendirmek, hem de özlemlerini gidermek amacıyla maddi olanakları el verdiği sürece hasretinde yanıp tutuştukları anayurtlarına bir an evel kavuşmak için o kavuşma anını adeta iple çeker gibi çekiyorlar. Zamanı geldiğinde akın akın köylerine doğru yol alıyorlar.

Kızılderili aborijinlerin büyüğünün dediği gibi: ” ölürsem Kalbimi vatanıma gömün” vasiyeti ile aynı zamanda taşına toprağına bağlılığını dile getirdiğini bizlere hatırlatıyor, ve bu bağlamda Halk olabilmenin esasları ile yurtseverliğin bir gereği ve olmazsa olmazlarından olanı dile getiriyor…

Biz Hoçvanlıların yurtseverlik konusunda kızılderililerden aşağı yanımız olmamakla birlikte fazlalığımız yok eksiğimiz vardır.

Hangi konularda eksikliğimiz vardır?

Yurtseverlik ruhu ve bilinci eksiktir. Ulusal bilince ulaşmak için yurtseverliğin ne anlama geldiğininin anlamı, önemi, ruhu ve bilincini öğrenmek ve o seviyeye ulaşmak gerekiyor. Örnekleri çokça yaşanmış olan diğer toplumlarda nasıl gelişmiş ise bizde de öyle olmalıdır.
Bizde gelişen yurtseverlik anlayışı değildir, biat etme kültürüdür.Yani ”Nasıl ve kimin mürütlüğünü yapayım da çaktırmadan cüzdanımı doldurayım ! ” mantığı hakimdir. Ya da bir mafya babasının hizmetine nasıl gireyim de beni filancının adamıdır desinler. Hal böyle olunca baş aşağı bir çürümenin yaşanması kaçınılmaz olarak kendisini dayatmaktadır.

Edindiğimiz mürit mantığıyla dernekleri yönetmeye kalkışmak, bugünkü Hoç-fed’in içerisine düştüğü durumu daha iyi analiz edebilirsiniz, ve neden bu duruma geldiğini tahminen daha iyi anlarsınız. Başkasına mürütlük yapanların eline ufak bir yetki geçtiğinde neler yapacağını artık siz düşünün. Bilmenizi isterim ki: Bireysel olarak kimseyi hedef almadığımı özelikle belirtmek istiyorum. Çünkü; “Biz bireyi değil Toplumu, anı değil Tarihi çözümlüyoruz” Anlayışından hareketle değerlendirip çözümlemeye çalışıyoruz. Tek-Tek kişilerle işimiz olamaz. Lakin bazı kendini dayatan anlayış sahipleri ders çıkarmaları için gerk duyduğumuzda konunun daha net anlaşılması bağlamında örnek olarak gösterilmeleri bir sakınca teşkil etmemelidir. Özelde, kimseye kastımız yoktur.

Bazı gerçekleri açık ve net olarak yazmayı daha uygyn görüyorum… Kapalı kapılar arkasında konuşmayı sevmiyorum, kimseyede tavsip etmiyorum,neyimiz varsa halkımızın önüne çıkıp söylemek dürüstlüğün ön halidir. Bende öyle yapmaya çalışıyorum.

İngilizlerin iyi bir lafı vardır.”iyi politikacı, aklına geldiği gibi konuşan değil, ne konuşması gerektiğini iyi bilendir.”diyor. Çünkü; düşünebildiğin ve kendin olabildiğinde özgürsün… Baktığında görebildiğinde farkındalıksın… Duyduklarına duyarlı olduğunda ilgilisin. Hissedebildiğinde acıyı ve mutsuzluğu, mutluluğu herkese istediğinde insansın diyen geleneğin anlayışıyla yaklaşıyorum. Dolayısıyla,herşeyin sebebinin insanın hırslarının, kibrinin ve egosunun arsızlığı sonucunda olduğunu bilmemizde fayda vardır.

Mertebelerle unvanlarla para ve güçle insan egosunun zaaflarını sonuna kadar kullanır egemenler. Bu sistemin bekası gereği böyledir. Oyunu kuralına göre oynuyorlar.
“Mert O merttır ki meydana çıka, çürük sözler, hafif ve alayıcı tarzlar kullanıp da, yüzsüzlük postunu giyene Mert demem.” (Mesture Kurdistani) diyor.

“Düşüncelerini kafa tutarak, buyruklar vererek ortaya koyanlar, akıldan yana güçsüz olduklarını her zaman belli ederler.”diyor bilge.

Güzel bir duayı sizinle paylaşarak gerçekleri bir-bir anlatmaya çalışacağım.

“Ey güzel Allahım; yalkalık yapanları, yüzsüzleri,yalancıları yanına alır gibi yap, uzay boşluğuna bırak. “Amin diyen elleriniz dert görmesin.

Federasyon için alınan yerin yeniden tadilatı gerekiyordu.Toplantılarımızda ele alıp üzerinde kafa yoruyorduk. Çözüm arayışı içerisinde olduğumuz bir zaman dilimimde, “Masrafları Yakup Süt karşılayacak” denildi. Ben itiraz ettim. ”Aldığınız kararın getirisini götürüsünü iyi düşündünüz mü ? Parayı veren düdüğü çalar.” diye açıklık getirdim. Bir kaç arkadaşlarımız hep bir ağızdan Yakup Süt kendi yöresine yardım etmek istiyor. Hepsi bunda ibarettir, dediler. Söylediğiniz bağlamda ise tamamdır aksisi düşünülemez diye vurguladım.Tamam dediler. Gelinen aşamada kimin düdüğü ötürdüğüne halkımız karar verecek. Yakup mavzer, Güven Yılmaz’ın etkisindedir, Güven Yılmazda,Yakup süt’ün etkisindedir. Dolayısıyla, resimde görüldüğü gibi düdük kimin elindedir sizler karar vereceksiniz. Mürütlerin yapacakları bu kadar olur. Fazlasını beklemek haksızlık olur.

Festivalde değerlerimizin isimleri yazılı değildi. Ancak Yakup Süt’ün ismi her tarafa yazdırılmıştı. Paranın olduğu yerde kölelik vardır.Yani para köleleri yaratır. “Parayla insan ilişkisi aynen şöyledir;İnsan paranın sahtesini yapar, parada insanın.” diyor.(Goethe)

Ben onlarca yıl halkım ve kendi özgürlüğüm için bedel ödedim ve pişman değilim, başım dik ve onurluyum. Mahpusta yatığım yıllarda yakup Süt de yatıyordu. Gıyabında birbirimizi tanıyoruz.

Ben özgürlük için yatıyordum, Yakup süt ise organize suçlarında yatıyrdu. Ne yaman çelişkidir ki tam 23 yıldır uğruna ağır bedeller ödediğim sılama gitmek için yol parasını bulup gidemiyorum… Yakup Süt parasıyla her tarafa ismini yazdırabiliyor.Yakup Mavzer onun parası önünde elpençe divan duruyor. Cafer Şahin’de Yakup mavzeri savunuyor. Ne yaman bir çelişki değil mi?… Ve kalkıp Hoçvan Medyası neden yakup mavzere sahip çıkmadı diye zan altında bırakabiliyor.Olsun be daha beterlerini görüp geçirdik.Caferin canı sağolsun…

Festivale bir ay gibi bir süre kala Hoç-fed yöneticileri olarak ne yapabiliriz diye ön toplantımızı yapmak için toplandık. Toplantıdan ziyade bir mahşer yeri gibi her kafadan bir ses çıkıyordu. Kimse-kimseyi dinlediği yoktu, Yönetimin yarısıda gelmemişti. Yaşanan bu olumsuz durumdan orada bulunan bütün arkadaş gurubu rahatsızdık, çaresizliği aşıp bir çözüm üretmek gerekiyordu, ve pratik bir çözüm üzerinde anlaştık. Bulduğumuz ve hepimizin üzerinde mutabık kaldığımız çözüm şuydu: Önümüzdeki haftanın pazar günü mazaretsiz bir şekilde yönetimdeki bütün arkadaşların katılacağı bir toplantı olacak, ve yapacağımız bu toplantıda her hangimiz olursa olsun konulan kural ve kaidelerimizi boşa çıkarıp kendisini dayatanlara, istinasız hepimiz için geçerli olan eleştiri ve özeleştiri mekanizmasını işletmekle doğru çözüme ulaşabiliriz diye karar aldık. Dolayısıyla hep birlikte korkusuzca eksikliklerimizi masaya yatırıp neşteri vuracaktık. O Toplantıyı benim yönetmem için hep birlikte onaylanarak karar alındı.

Mazlum ve fedakar bir halkın evlatları olarak bize yakışanı yapıp, yüzümüzün akıyla çıkmak istiyorduk, verilen görevi layıkıyla yapmak gerekiyordu, ve öyle olmalıydı. Bu halk en iyisine layıktır deniliyorsa kendimizi yenileyerek cevap olabilmeliydik ve o mantık hakim kılınmalıdır. Bizim olmayan ama bizim dışımızdan dış dayatmaların neticesinde doğrudur diye bizlere kabul ettirilen mürüt zihniyeetini yıkmadan başarıya ulaşamayacağımızı bilmemizin gerçekliğinden hareketle yinede ulu orta yerde numune olarak karşımızda duruyordu. İçimizde yaşadığımız savaş gibi; ama korkunç bir savaş; iki çelişkinin savaşımı gibi, ya özgürlüğün yolu esas alınacak, ya da köle ruhumuzdan vazgeçmediğimizin ilanı olacaktı. Olanca gücümüzle köleliğe karşı ısrar edip yaşanan olumsuz durumu çözecektik, ve başka çaremiz yoktu.

Sayılı günler çabuk geçer deniiyorya o pazar günü gelip çattı , artık ne olacaksa olsun bekleyişinden sonra. sonunda her şey olacağına varacaktı.Toplantı düzenine geçtik herkes hazırsa başlayalım artık,arkadaşlardan ve dernek başkanından izin isteyerek başlayabilir miyim dedim, dediğimi ağzıma tıkar gibi öyle şey olmaz diyen Yakup Mavzerin sesi bir anda ortamın ahengini bozdu. Bütün arkadaşların morali bozuldu ve bu da yetmiyormuş gibi” benimle birlikte her kim ki Ardahan’a gelmek istemiyorsa istifasını versin”diye hiç olmayacak bir durumun kararını tek başına vermişti bile. Savaşı numunelik olarak duran mürütlük kazanmıştı, ama savaş devam edecekti savaş kızıştı. Aldığımız karar gereği böyle olmamalıydı diyen arkadaşların, tüm itirazlarına rağmen bildiğini okudu. Bir anda üç dört arkadaşımız istifa eşiğine kadar gelip istifa dilekçelerini yazmaya başladıklarında ben müdahalede bulundum. Hiç kimse istifa etmesin. Ne dediğini bilmeyen birilerinin sözüyle istifa edilmez tarzında temenilerim oldu sağolsun arkadaşlarım sözümüzü dinlediler. Böylelikle istifa konusunu tatlıya bağladık. Bu arada Güven yılmaz’ın yapıcı tavrının rolü büyüktü hakkını teslim edelim.

Bu anlayışla daha fazla yol alamayacağımı net olarak anladım. Ayrı dünyaların iki insanı olarak çatışmamız kaçınılmazdı, hayırlısıyla festivalımızı yapalım festivalden sonra süreç neyi emrediyorsa onu yaparız diye istifalarını geri çevirdiğim arkadaşlarla birlikte festivalın rahat ve huzurlu geçmesini bekledik. Ve hiçbir şey olmamış gibi herkes sesizliğe büründü.

Sonraki toplantılara katılmama kararını aldım ve katılmadım. Yakup Mavzer bildiğini okudu ve istediği biçimde festivalı yaptı. Hoçvan Halkı olup bitenleri görüyor ve canlı tanığıdır.
HOÇVAN HABER GAZETESİ

Yorum bırakın